Bir felaket evreni hayal etmenin çok tatlı bir düş olduğunu düşünürüm. Her şeyin harika olduğunu düşünebileceğiniz ütopyalar ne kadar çekiciyse her şeyin felaket olduğunu düşündüğümüz distopyalar da o kadar çekici olabilir. Kendi hayatımızda da bunun benzerlerini görmüşüzdür. Çok zengin olduğunun hayalini kuran insanların bazen takıntılı şekilde fakirliğin korkusuyla ya da takıntısıyla bütün düşünce şekilleri değişebilir. Yanlış kararlar alabilirler ya da almaları gereken kararları almaktan imtina edebilirler.
Bu distopik evrenlerin anlatıldığı romanların fantastik ya da bilimkurgu gibi türlerden gelenini de getirdiği sınırsız hayal kurma imkanları yüzünden ayrıca beğenirim. Gerçekçilikten ayrılmayanların da elbette başka bir dinamiği var. Gerçekçi hayallerini bilimkurguya evirmiş bir Jules Verne, burada anılmadan geçilmemeli: 20. Yüzyılda Paris. O işte sanki her şeyin iyi kötü normal gittiği bir evrenin sadece bir yüzyıl sonrasında alabileceği şekli düşündürmüş insanlara. 1860’larda yazılmış bir kitap için anlattıklarının bir kısmı biraz gecikmeli de olsa tutmuş. İnsanların birbirlerine “bilgisayar gibi” cihazlardan “internet gibi” birbirlerine mesaj göndermesi ve daha pek çok öngörüsü tuttu. Tutmayanlar da oldu ama distopik ya da bilim kurgu edebiyatı içinde önemli bir yer edindi.
Lao She ise ilk baskısını 1933’te yapan kitabında distopyayı dünya dışına, “bilim kurgu” ile başlayan “fantastik” bir evrene taşıyor. Adını söylemediği ana karakterimizin gemisi Mars’a inmek zorunda kalıyor ve gemiden sadece kendisi sağ kurtuluyor. Birlikte geldiği arkadaşını kaybederek başlıyor macerasına. Bu macera, kahramanın Mars’ta kedi insanlarla ve onların kaosa sürüklenen hayatlarının içinde başına gelenleri anlamaya çalışması ve hayatta kalma mücadelesini anlatıyor.
Her ne kadar yazarların başka evrenler tasvir ettiği durumlarda bu evrenlerin gerçek dünyanın yansıması olduğu söylense de yazar bence yaşadığı dönemin ve ülkenin bu benzerliği hatırlatmamasını özellikle istemiş gibi yapıyor. Buna ne kadar inanırsınız, orası size kalmış: “Korktuğum için değil memleketimi hatırladığım için ağlıyordum. Aydınlık Çin, Yüce Çin, şiddetin ve işkencenin olmadığı, kuşların cesetleri yemediği o yüce yer. Belki de o aydınlık toprakları bir daha göremeyecektim.” (çev. Giray Fidan, Tang Guozhong)
Sonradan kitabı değerlendirenler, o zaman Çin’de tek parti olan ve sonradan Tayvan’a çekilecek olan Kuomintang yönetiminin ve o dönemdeki yozlaşmanın, yolsuzlukların anlatıldığını söylediler. Belki de sadece yönetimle ilgili değil, genel olarak toplumla ve siyasal mücadele içindeki partilerin birbirleriyle olan çekişmesiyle ilgili olduğu da söylendi. Bu yorumlara göre bir toplumsal eleştiri kesindi. Bilim kurgu olarak görülen şeyin gerçek dünyayla bağlantısı da çok kuvvetliydi ama bunun sınırları, değerlendirme yapanların görüşlerine göre değişti. Bazılar bu eleştirilerin sadece o dönemin yönetimine ilişkin olduğunu söylerken bazıları bu anlatılanların toplumsal, kültürel yönleri olduğunu da söylüyor.
Ben de elbette “gerçek dünya” ile bağlantısı çok kuvvetli olan bu kitabı okurken yazarın genel tasvirlerinden ya da büyük çapta olaylara bakmasından çok distopya evrenindeki içindeki küçük hikayelere bakma yetisine hayran oldum. Adeta Google Maps gibi harita uygulamalarında şehrin bir anda genel görüntüsüne hatta dünyaya bakıp sonra ara sokaklara saniyeler içinde bakabilen bir göz vardı. O sokakların, tek tek insanların hikayelerine bakınca da bunun bir yönetimle ya da bir ülkeyle değil her gün her yerde insan olarak birbirimize nasıl da ufak ufak acı çektirdiğimizle ilgili olduğunu keşfettim.
Çılgın bir distopya okumak isteyen ya da eğitim, şehircilik, dil gibi konuların distopik evrenlerde adeta bilgisayar oyunları gibi basitten karmaşığa geçişini bir çırpıda gösterebilen bir yazı ustasına benim gibi hayran olmak isteyen bir arkadaşım olursa bu kitabı tavsiye edeceğim. Son olarak olay Mars’ta geçiyor ve bir uzay gemisinin düşüşüyle başlıyor diye bunu bir “bilim kurgu” sanmayın. Bazıları öyle tanımlasa da bu tanım çok tartışmalı. Bu teknolojiyle ilgili bir öykü değil.
Comments