Kaç blog kayboldu sarhoş gönlümde? Gerçekten sayısını bilmiyorum. En azından zine yapmak kadar kutsal bulduğum bu etkinliği de blogspot zamanlarında bir dönem az çok düzenli olarak yaptıktan sonra unuttum. Hem yazma denemelerini hem de okumayı unuttum. Sonrasında daha ciddi yapmak için denemelerim oldu ama yine devam edemedim. İnsanların günlüklerinden farklı olarak blog da zine gibi bir tür kendini ifade etme şekli ama sanki daha doğrudan.
Şimdilerde artık çok yolumuz düşmüyor ama belli başlı platformlardan blog takip etmenin tadı başkaydı. Bir film çıktığında, yeni bir kitap yayımlandığında ya da önemli bir maçın ardından baktığımız bloglar vardı. Kendi hayatından mutluluklarını, dertlerini paylaşmayı seven arkadaşlarımızın ayrı bir yeri olurdu. Onlar YouTube videoları ya da kısacık twitler yerine insanların oturup düşüncelerini derli toplu ifade ettiği yerlerdi. Blogspot ya da RSS feedleri de bu alışkanlığı destekliyordu. Daha fazla insanın kaliteli, ücretsiz ve uzun soluklu içerik ürettiği dönemlerdi.
“Ah o eski günler” diye ağlamak gibi oldu ama güzellikleri yâd etmeden olmuyor. Bundan sonra ne yapabiliriz peki? Kendi adıma mümkün olduğunca sosyal medya platformlarından ziyade burada bir şeyler paylaşmayı deneyeceğim. Okuma deneyimi olarak da takip ettiğim yayınlardan tek tek yazarların e-posta paylaşım listelerine kaydoluyorum. Bunun dışında sanatçıların, illüstratörlerin, yazarların bir sitesi ya da eski tip bloğu olup olmadığına bakabiliriz. Sosyal medyanın bu yeni hali yerine daha ilkel ve “derin” haline dönemeyiz belki ama o versiyonu yaratmanın bir yolunu bulabiliriz.
Son dileğim de bir gün herkesin bir bloğu olması olacak. Eğer herkesin bir başkasıyla oturup söz söyleyebileceği iki çift lafı varsa bence bloğu ya da sitesi de olabilir. Yazdığını, çizdiğini ya da çektiğini sponsorlu reklamlar ve komikli videolar arasında kaybetmek yerine bekleyenine ulaştırmak için fena bir yöntem sayılmaz.