Matt Haig'in The Humans kitabı hakkında:
Kitabın neyle ilgisi olduğu bir kenara. Uzaylılar ve her gün yenisi ortaya çıkan UFO görüntüleri de bir kenara. Yazarın farklı kitaplarında da “kendini bir yerde yabancı hissetmek duygusunu” kaşıyıp durması bir kenara. Kolay okunma, eleştirmenlerin beğenisi, popülerlik, imza günleri, podcaster ve her türlü pazarlama tekniği bir kenara. En ufak bir şeyi bile yazmak için aklımı toplarken de aynı masamı toplar gibi tek yaptığım şey bu olur: her şeyi bir kenara itmek.
Her kitabın kendini okutmak için özel bir nedeni varsa, bu kitabın da benim için yabancılık hissini hatırlatmak olduğu kesin ama önce konuyu hatırlayalım. Yabancılık hissine adım adım nasıl geldiğimizi görelim.
Bir bilim adamı matematik alanında çok büyük bir gelişmenin yaşanmasını sağlayacak, çözülemez denen bir problemi çözer. Bu keşif insanlığın hazır olmadığı bir hızla gelişmesini sağlayacaktır. Bundan haberi olan uzaylılar da o bilim adamını kaçırır ve yerine aynı fiziksel özelliklere sahip tamamen ikizi görünümünde birini gönderir. Dünyaya gelen bu uzaylı, profesörün yerine geçer ve insanların dilini kolayca öğrenerek, dünya yaşamı hakkında bilgi toplar ve kendini o profesör gibi tanıtır. Dünyadaki görevi de o matematiksel problemin çözümü hakkında bilgi sahibi olan insanların kim olduğunu öğrenmek ve hem o insanları, hem de çözüme dair bütün bilgisayar vs. kayıtlarını yok etmektir. Görev tanımında cinayet de vardır! Elbette bir romanı roman yapan şey gerçekleşir ve “işler umduğu gibi gitmez”.
Uzaylımız her ne kadar fiziksel olarak profesöre benzemek konusunda sorun yaşamasa bile (fiziksel dönüşüm basit bir yetenek sayılır) karakter olarak en ufak bir benzerlik göstermesi imkansızdır. İyi ve daha çok kötü (zayıf) anlamda bir insan olması beklenemez. Bunu başkalarının fark etmesi de mümkündür. Kendini tanıyanlarla karşılaştığında ortaya çıkan bu karışıklığı anlamlı bir şekilde çözmek için kitabın hemen başında bir olay yaşanır. Daha ilk sayfalarda kahramanımız olan uzaylı, çıplak bir halde etrafta dolaşırken bulunur ve ruh haliyle, hafızasıyla ilgili bir sorun yaşadığı düşünülür. Sonrasında herkes onun fazla çalışmaktan dolayı biraz sarsıldığını kabul eder ve garipliklerini buna yorar.
Sonuç olarak hayata “tertemiz bir kafayla” başlayan karakterin hem insanlarla hem de dünyadaki diğer canlılarla ve dünya düzeniyle tanışmasını izleriz. Tanışırken de sürekli etrafında gördüklerini şaşkınlık içinde analiz eder. Bu her şeye şaşırma hissi, elbette bir yazarın elinden çıktığı için bazen inandırıcılığın sınırlarında geziyor bana kalırsa. Ayrım çok zor. Yazara sormak istedim durdum: sen mi şaşırdın Matt yoksa karakterin mi? Ben okurken biraz şaşırdım!
Bu belirsizlikler yazarın meşru hile yapma hakkının bir parçası olduğu için çok fazla sorgulamadım. İnsan yazarken böyle belirsizlikler yaratıp eğlenemeyecekse neden yazsın değil mi? Bazen oldukça sempatik duruyor. Yeni bir ülkeye gittiğimizde kaçamadığımız bu “ah çok şaşırdım” havasındaki yargılayan bakışı yazardan da beklediğimiz için okuyoruz bu kitabı.
Bu kitap hakkında yazanlar mutlaka alienation (yabancılaşma) ve alien (uzaylı) kelimelerinin ilişkisinden bahsetmiştir. Henüz kitap hakkında yazılanları okumadım. Önce ilk izlenimlerimi, kimseden etkilenmeden paylaşmak istiyorum. Belki sonra kitap hakkında yazılanları okuyup yeniden düşüncelerimi yazarım.
Yolculuk yapmanın, sadece bazen şehir içinde bile bir yerlere gitmenin motivasyonu olan bu yabancılık hissi, ilk defa bir tren istasyonundan indiğinizde, dışarı çıktığınıza olan şeydir. Benim için seyahat etmenin en anlamlı yanı budur. Hem yeni bir yere gittiğimde hem de oradan geldiğimde sanki kendimi bu “sıfırlanmış kafayla” başlamış sayarım. Çok “romantik” bir şeyden söz etmediğimi söylemem lazım çünkü istemeden romantize etme riski var bu konuları.
Romantize etmekten kaçınmanın da en kısa yolu kısa kesmek.
İyisiyle kötüsüyle hassas bir denge bu. Hem yeni bir yerde olmayı, yeni insanlarla tanışmayı istiyoruz hem de bunun yaratacağı zorlukların sevisini öngöremiyoruz. Bize insanlar nasıl davranacak, ne kadar kötü davranacak diye düşünüp mantıklı bir sonuca ulaşma ihtimalimiz var mı? Yeniliğin olumlu ve olumsuz yönleri, bilgisayar oyunlarındaki gibi zorluk seviyesi ayarlanabilen bir şey değil. Rastgele, seviyesi belli olmayan, çok oyunculu bilgisayar oyunları gibi…
O yüzden gidiyoruz, o yüzden kaçıyoruz ve o yüzden geri geliyoruz. The Humans, içten içe bildiğimize inandığım bu duyguyu iyi anlatan kitaplardan biri.
Comments